Ana Sayfa Yazarlar Yazar: Hayriye Mengüç

Hayriye Mengüç

26 HABERLER 0 YORUMLAR
Editör.

Sevgi nereden gelir?

0
Haber Merkezi – Eserleri 20 dilde basılan, dünyaca tanınmış sanatçı Daniela Kulot’un yazıp çizdiği ‘Sevgi nereden gelir?’ isimli kitap, Ginko Kitap’tan çıktı. Kitap,okurlarını sevginin kaynağına heyecanlı bir yolculuğa çıkarıyor. Sincap, geyik ve ördekle birlikte duyguların en güzelinin peşine düşüyor, sevginin her rengine kucak açan, hayal gücüne geniş yer bırakan resimli sayfalarda uzun uzun oyalanıyoruz. Ve aradığımızı buluyoruz! Sözün duruluğunda, dilin melodisinde, mimiklerin büyüsünde, çeşitliliğe olan vurguda…Büyükler tarafından küçüklere sesli okumaya son derece elverişli kitap, her yaştan insanın en temel ihtiyacına karşılık gelen bir hediye niteliğinde.
Kitabın arka kapak yazısı şöyle:
“Sevgi nereden gelir?”
Sincap, geyik ve ördek bunu mutlaka öğrenmek istiyor!
Bu sorunun peşine düşüp yola koyulurlar. Yanıtı bulacaklar mı?
Henüz küçücükken bile, insan için çok önemli olan, duyguların en güzeli hakkında bir kitap.
“Sanatçı, söz ve resimlerle öyle bilgece oynuyor ki kitap önerilmeyi kesinlikle hak ediyor!” Eltern Dergisi
“Resimler hayatın kendisi tarafından çizilmiş gibi… Belli ki, Daniela Kulot, ne çizdiğini çok iyi biliyor.” Die Zeit
“Bu resimli kitap hayata bir aşk ilanı.” Papillionis
Temalar: Sevgi, Felsefe, Yolculuk, Hayvanlar, Canlılar
Sınıflar: Anasınıfı, 1. Sınıf, 2. Sınıf
Kategori: Resimli Kitap, İlk Okuma
Künye:
Yazar: Daniela Kulot
Resimleyen: Daniela Kulot
Türkçeleştiren: Olcay Geridönmez
Editör: Suzan Geridönmez
Birinci Baskı: Mart 2019
Tür: Çocuk kitabı, İlk okuma kitabı
Yaş: 7+
Sayfa Sayısı: 32
Ebat: 30×21 cm
Kapak: Karton Kapak
Kâğıt: Mat Kuşe
ISBN: 978-605-81111-1-4
Fiyat: 15 TL

‘Kız Kardeşim’e 25 bin TL

0

Eskişehir İl Kadın Girişimciler Kurulu İcra Komitesi Başkanı Hüsniye Tali, ‘Kız Kardeşim Projesi’ kapsamında organize edilen Yerel Lezzet Gıda Girişimciliği Hibe Programı  ile kadın girişimcilere 25 bin TL hibe verileceğini açıkladı.  esgündem26.com’un haberine göre; program ile kadınların bölgesel ekonomik kalkınmada etkin rol almalarının amaçlandığını belirten Tali, projeleri başarı bulunan ve eğitimlerini tamamlayan kadın girişimcilerin 25 bin TL, İş Geliştirme Hibesi almaya hak kazanacağını söyledi. Yerel lezzetler üzerine çalışan, halihazırda işletme sahibi olan girişimci kadınların programa başvurabileceğini belirten Tali, programının üç aşamadan oluştuğunu söyledi. Buna göre birinci aşama online başvuru. İkinci aşamada ise iş fikri değerlendirilip mülakat yapılacak. Son aşamada ise eğitimlerini başarıyla tamamlayanlar hibe almaya hak kazanacak.

Programın kadın girişimcilerin işletmelerine markalaşma desteği sağladığını kaydeden Tali, programa katılmak isteyenlerin 10 Mayıs’a kadar ücretsiz başvurabileceklerini söyledi.

Gece gündüz iş konuşuyorlar

0
Metalworking CNC milling machine. Cutting metal modern processing technology. Small depth of field. Warning - authentic shooting in challenging conditions. A little bit grain and maybe blurred.

Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler’in (KOBİ) radyosu olarak yayın hayatına başlayan ST Endüstri Radyo’da; üretim, yatırım, ihracat üçgeninde hiç müzik yayını yapmadan 24 saat iş konuşuluyor

İstanbul FM gibi 25 yıllık efsane markayı 2017 yılında satın alarak radyoculuk sektörüne giren Endüstri Medya, ikinci yayını olan ST Endüstri Radyo ile de sadece iş dünyasına yönelik yayın yapıyor.

105.8 frekansında yayın yapan ST Endüstri Radyo, üretimin içindeki her sektöre yönelik konu ve konuklarıyla endüstri dünyasına ayna tutuyor. Türkiye’de tek ve dünyada çok az sayıda örnekleri olan şirketlerin radyosu ST Endüstri Radyo’da hiç müzik yayını olmadan sadece iş dünyasına yönelik konular konuşuluyor.

KOBİ’ler konuk oluyor

Sektör temsilcileri ve her ölçekten KOBİ’lerin konuk olduğu programlarda, firmalar kendilerini tanıtma fırsatı bulurken bir yandan da sektörün sorunları ve çözüm önerileri konuşuluyor.

Endüstrideki son gelişmelerin nabzının tutulduğu programlarda robottan makineye, enerjiden otomasyona çok farklı alanlarda konular ele alınıyor.

Program ve programcılar

Ekonomi Gazetecileri Derneği Yönetim Kurulu Üyesi gazeteci, yazar ve programcı Çetin Ünsalan, Reel Piyasalar ve İş’te Gündem olmak üzere iki farklı programla gündeme ışık tutuyor. Hafta içi her gün 10:00 – 12:00 saatleri arasında canlı yayınlanan programlarda farklı sektörlerden konukları mikrofon başında ağırlıyor.

ST Endüstri Radyo’da canlı olarak dinleyiciyle buluşulan bir diğer program ise Eve İş Götürme. Hafta içi her gün 18:00 – 20:00 saatleri arasında gazeteci ve televizyoncu Can Karadut’un hazırlayıp sunduğu programda dinleyiciler telefon bağlantısıyla yayına katılabiliyorlar.

Otomasyon Sohbetleri programıyla ENOSAD Başkanı Dr Hüseyin Halıcı, Dijital Gelecek programıyla akademisyen Kozan Demircan, Makinanın Gündemi programıyla AİMSAD Genel Sekreteri Arif Onur Kaçak, Maliyet Düşürme Stratejileri programıyla Dr. Sevgi Yılmaz ve Fabrikalarda Enerji Maliyetleri Nasıl Sıfırlanır programıyla Hatice Nazlı Aydoğan farklı konu ve konuklarla dinleyicilere ulaşıyor.

ST Endüstri Medya Genel Müdürü ve Fabrika Odaklı Pazarlama Kitabı yazarı Recep Akbayrak’ın Şirketler Arası Pazarlama’yı anlattığı programının yanı sıra, ST Endüstri Medya editörleri de kendi alanlarına yönelik çok sayıda programlarda, sektörlerin uzman isimlerini konuk ediyor.

Karasal yayında 105.8 frekansında yayın yapan radyoya; dijital platformdan, IOS ve Android uygulamalarından da ulaşmak mümkün.

Farklı ebeveynlik semineri

0

25 yıldır yaptığı çalışmalarla ebeveynlere öz farkındalıklarını kazanmalarına ve ne tür ebeveynler olduklarını keşfedip, değişip gelişmeleri yönünde ilerlemelerine yardımcı olan klinik psikolog Anne Maxwell,  7, 8, 9 Mayıs tarihlerinde Türkiye’de olacak. ‘Bir Balığa Ağaca Çıkmayı Öğretir Miydin?’ isimli bir kitabı da bulunan Maxwell, İstanbul’daki 2 günlük seminerinin ardından bu seminere katılanlara yönelik 1 günlük de eğitim verecek.Seminere online katılım da mümkün.

İhtiyaç duyduğu halde maddi imkansızlığı nedeniyle bu çalışmaya katılamayacak olan bir ebeveyne, onun adına alınmış bir biletle bu seminerin hediye edilmesi projesi de yürütülüyor. Sivil toplum kuruluşlarının desteğiyle yürütülen ‘Askıda Seminer’ projesine kurum ve kuruluşların da desteğini bekleniyor.

 

Ben koştuysam, herkes koşar

0

Daha önce spor geçmişi olmadığı halde 48 yaşında koşuya başlayan ve 6 yıldır koşan Oya Çakın, artık maraton koşuyor. Koşmaya nasıl başladığını ve yaşanan sıkıntıları anlattı.

Özel Haber – “Ben koştuysam herkes koşar.” Bu sözler, 54 yaşındaki jeofizik profesörü Oya Çakın’a ait. Hayatında hiç spor yapmamış, pek çok kişiye çok geç gelebilecek bir yaşta -48 yaşında- koşmaya başlamış. “Koşmakla ilgili birçok şehir efsanesi var, hepsi de kulaktan dolma şeyler. 6 yıldır koşan biri olarak söylüyorum; düzenli antrenman ve bilinçli bir şekilde hazırlanarak benim gibi çalışan herkes maraton koşabilir” diyor. Söz konusu 6 yıl içinde Türkiye’deki pek çok yarışa katılan Oya Hanım, yaşamının ilk maratonunu ise geçen haftalarda Almanya’da düzenlenen Frankfurt Maratonu’nda koştu. Maratona 25 bin sporcu katılmış. Oya Hanım, 10 bin takım maratonu koşanların dışında kendisi gibi direkt maraton koşan 15 bin sporcu içinde yarışı 9 binlerde bitirmiş. “Maratonu 4 saat 56 dakika 4 saniyede bitirdim. Ve tam da hedeflediğim süreydi bu; 4.55 diye hedeflemiştim” diyor.

3 yıl önce emekli oldu

Oya Hanım, jeofizik profesörü. Doçent olana kadar Boğaziçi Rasathanesi’nde çalışmış, daha sonra Kocaeli Üniversitesi’ne geçmiş. Profesör olmuş, yaklaşık 10 yıl Kocaeli Üniversitesi’nde çalıştıktan sonra 3 yıl önce emekli olmuş. “Meslekten dolayı arazide çalışırdık, dağda bayırda sıkıntı olmazdı ama hiç koşmamıştım. Emekli olmadan 3 yıl önce başladım koşmaya, 48 yaşındaydım. Aslında bu koşu sevdası, emekli olmamdaki itici güçlerimden biriydi. Kendime zaman ayırmak istedim” diyor.

 

“Mutlaka finişe gitsinler”

Peki, ne oldu da koşmaya karar verdi? Bir sürü şey bir araya gelmiş. Ancak özellikle altını çiziyor; koşmak isteyip de koşamayanlara, “Mutlaka bir maraton finişi görün” diyor. Oya Hanım anlatıyor:

“Koşuya başlamamdaki en önemli etkenlerden biri, İngiltere’de yaşayan bir arkadaşımız oldu. Oradaki koşu kulübünden 5-6 kişiyle birlikte İstanbul Maratonu’na geldiler. Eşim ve ben de onlara yardımcı olduk. Karşıladık, maratonda bekledik. Böylelikle ilk kez bir maraton finişi görmüş oldum. Çok etkilendim. 42 kilometre koşmak, hakkikaten insanın kafasında çok büyüyen bir mesafe. Ayrıca o coşkuyu fark ettim; yarışı bitirenler arasında ağlayanlar, takla atanlar, zıplayanlar vardı. Öte yandan her yaştan insanlar…Mesela, kilolular da vardı ve onlar beni çok şaşırtmıştı. ‘Bu insanlar, maratonu bırak, 100 metre hayatta koşamaz’ diyeceğiniz kişiler… 80 yaşındakiler, gençler… Yani her milleten, her yaştan, her fiziksel özellikten insan koşuyordu maratonu… Bu durum bana çok ilginç geldi. O nedenle maratonun koşulabilir bir şey olduğunu anlayabilmesi için kişinin bir maraton finişi görmesi gerektiğine inanıyorum.”

“9 haftada 5 km koşulabiliyor”

Oya Hanım’ın koşmasındaki ikinci etken ise eşi olmuş. “Eşim de o maratondan sonra koşmaya başladı. Gittikçe uzun mesaaafeler koşuyor, bana da söylüyordu. Ama ben hala direniyor, ‘koşamam’ diyordum” diyor. Derken, bu önyargısını kıran, 5 kilometre antrenman programı olmuş. Bu program Oya Hanım’a mantıklı gelmiş:

 

“Çünkü haftada 3 gün antrenman yapıyorsunuz, yavaş yavaş başlıyorsunuz. İlk hafta 60 saniye koşup 90 saniye yürüyorsunuz. 20 dakikalık programlar şeklinde. Bu, 9 hafta sürüyor. 9 haftanın sonunda 5 kilometre koşar hale geliyorsunuz. Programı uygulamaya başladım ve ondan sonra da koşmaya başladım.”

“Sürücüler bizi azarlıyor”

Oya Çakın, artık yakın arkadaşlarıyla birlikte oluşturdukları “Koşucanlar” grubuyla birlikte İstanbul Dalyan, Caddebostan-Bostancı-Maltepe Sahil Yolu’nda, Belgrat Ormanı’ndaki çeşitli parkurlarda, Ayvat bendinin etrafında antreman yapıyorlar. Tartan pist olduğu için Maltepe Atletizm Pisti’ni özellikle tercih ediyorlar. Sahil Yolu’nun en büyük eksikliği, tartan bir koşu pistinin olmamasıymış:

“Bisiklet yolu, beton olduğundan biz koşucular için çok yorucu. Özellikle çok uzun koşularda; mesela, Fenerbahçe’den başlayıp Kartal’a kadar gidip döndüğümüz koşular oluyor- mecburen Sahil Yolu’nda, trafikte asfalttan koşuyoruz. Sürücüler bizi azarlıyorlar; yaya yolu varken neden yoldan koşuyorsunuz, diye. Ama 30-40 km’yi betondan koşmak istemiyoruz. Ayaklarımız yoruluyor, bacaklarımızı zorluyor. Sahil Yolu’ndaki bisiklet yoluna paralel bir tartan yol yapılabilir.”

Türkiye’de koşmak sıkıntılıymış

Oya Hanım şu ana kadar Türkiye’de pek çok koşuya katılmış. Ankara’da yarı maraton, İznik’te ultra koşmuş. Fakat “İlk maratonumu Frankfurt’ta koştum” diyor. “Niçin, bilinçli bir tercih mi?” dedim. “Evet” dedi. Maraton koşan eşi ve arkadaşlarının deneyimlerinden ve kendi finiş gözlemlerinden yola çıkarak, organizasyonlarda ciddi sıkıntılar yaşandığını fark etmiş. Koşulara Avrupa’dan katılımın azaldığını iddia ediyor:

“Öncelikle parkur biraz zorlu, yokuşlar var. O yüzden daha düz parkuru olan bir maratonda koşmayı tercih ettim. Ayrıca, bence uluslararası katılım giderek azalıyor, Avrupa ülkelerinden gelen katılımcı sayısı çok azaldı. Rakkam veremem ama örneğin arkadaşımızın da dahil olduğu ve her yıl İstanbul’a gelen İngiltere’deki koşu grubu artık gelmiyor. İlk maraton finişine 2010 yılında gitmiştim. Bence artık o 8 yıl önceki renklilik ve katılım yok.”

Bir başka etken ise parkurun değişmesiymiş. Avrasya Maratonu parkuru ilk başladığından bu yana pek çok çeşitlilik ve değişiklik göstermiş:

 

“Trafik etkilenmesin diye olabildiğince şehrin içinden çıkarmaya çalışıyorlar fakat bunun koşulara negatif etkisi oluyor çünkü parkur yaşam alanları dışına çıkınca insanlar çıkıp desteklemiyorlar. Beşiktaş Barbaros Bulvarı’nı geçerken, Galata Köprüsü’nü koşarken çok güzel, cıvıl cıvıl… Eskiden Saraçhane’ye doğru ilerlerdi, artık direkt Sirkeci’den Ataköy’e kadar sahil boyunca koşuluyor. Oysa New York Maratonu koşulurken şehir, tamamen bu koşuya odaklanıyor. Bizde de böyle olabilir.”

“Sözle taciz ediyorlar”

Ayrıca koşan arkadaşlarından çok kez duyduğu bir konuyu da dillendiriyor Oya Hanım: “Koşarken sözlü taciz yapılıyor. Takılıyorlar, laf atıyor seyreden insanlar, yani destek olmayı bırakın, köstek oluyorlar. Rahatsız edici sözlerle taciz ediyorlar.”

Oya Çakın, bu Pazar günü Vodafone İstanbul Maratonu’nda 15 km koşacak. Koşmaya cesaret edemeyen, “ben koşamam” diyenler için bir fırsat olabilir, maraton finişine gidip o heyecanı yaşayabilirler. Kimbilir, belki onlar da Oya Hanım gibi koşmaya karar verirler.

Haber: Hayriye Mengüç

(Not: Bu haber 9 Kasım 2018’de hthayat.haberturk.com’da yayınlandı)

Nafakanın öznesi niçin hep kadınlar?

0

 

Nafaka, yalnızca kadınlar lehine yapılmış bir hukuki düzenleme değil. Avukat Sevda Köksoy Küey, “Boşanma ile yoksulluğa düşecek olan kadın ya da erkek eşten her biri, diğerinden nafaka isteyebilir ve nafaka miktar; her olaya, tarafların sosyal ve ekonomik durumlarına göre yargıç tarafından belirlenir” diyor.

ÖzelHaber – Kadınların yalnızca kadın olmalarından kaynaklanan ve çoğu zaman da ölümle sonuçlanan şiddet haberlerini duymadığımız gün yok gibi. Neredeyse sıradan bir olay haline gelen kadına uygulanan şiddet, ancak mağdurun ünlü olması halinde gündemde yerini alabiliyor. Şarkıcı Sıla örneğinde olduğu gibi. Ama onu da kanıksamış olmalıyız ki, ekranlarda ya da gazete köşelerinde artık görmüyoruz.

Sıradanlaşan şiddet haberlerinin çokluğuna rağmen kadınları şiddetten koruyan en önemli yasaların değiştirilmesi için; son zamanlarda, nafakanın sınırlandırılması talebi ortaya atılıyor. Mağdur olduğunu iddia eden erkekler ve “münferit” denebilecek bazı vakalar öne çıkarılıyor. Özellikle de sosyal medyada.

Durum böyle iken; Barış İçin Zemin Biz Arabulucular Derneği’nin kurucu üyesi, 27 yıllık Avukat Sevda Köksoy Küey ile aile hukukunda özellikle de nafaka ile ilgili olası değişiklikleri konuştuk. Boşanmaların önlenmesi, arabuluculuk ve yoksulluk nafakası konularını masaya yatırdık.

 

Türkiye’de kadının ve ailenin korunması konusundaki son hukuki düzenlemeler ne zaman yapıldı?

Kadınların yıllardır süren mücadeleleri sonunda, ilk olarak 1998 yılında adı “Ailenin Korunmasına Dair Kanun” olsa da, kadına yönelik şiddete karşı çok önemli bir düzenleme yürürlüğe girdi. Sonrasında ise 2012 yılında 6284 sayılı “Ailenin Korunması Ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” adıyla yeni bir düzenleme yapıldı. Şiddete uğrayanları, Kadın ve çocukları şiddetten koruyan bu önemli yasa aleyhine, uzun bir süredir bir kampanya yürütülüyor ve “Türk aile yapısına dikkat edilmeden hazırlandığı” iddia edilerek kanunun, “aile dramlarının kaynağı olduğu” haberleri yapılıyor.

‘Kadın ve çocukların öldürülmesine göz yumamayız’

Yani, şiddete uğrayan ya da şiddete uğrama tehlikesi olan bireyler için 6284 sayılı yasa çok önemli, değil mi?

Evet. Gözümüz gibi bakmamız gereken, şiddetin önlenmesi ve görünür olması açısından çok önemli. Kimi şiddet mağduru kadın, bu yasa sayesinde bugün hayatta. Çünkü şiddet uygulayan biliyor ki, yaptığımın bir cezası var. Bu şiddetten sonra ben eş ve çocuklarıma aylarca yaklaşamayabilirim, onları arayamam, onlarla konuşamam. Üstelik şiddetin fiziksel şiddet olması da gerekmiyor. Cinsel, psikolojik, ekonomik ve benzeri her türlü şiddete karşı koruma sağlıyor yasa. Kadınların yıllardır süren örgütlü ve ısrarlı mücadelesi ile sağlanan bu kazanımdan geri dönemeyiz. Şiddete uğrayanları dört duvar arasına hapsedemeyiz. Kadınların ve çocukların öldürülmesine göz yumamayız, yokmuş gibi davranamayız.

‘Erkek de nafaka alabilir’

Peki, kamuoyunda son zamanlarda tartışılan ve hükümet tarafından seçim sonrasına ertelenen nafaka ile ilgili düzenlemeler, boşanmış kadının hakları açısından mevcut uygulamaları ne şekilde değiştirecek? Yapılmak istenilen değişiklik, kadınlar açısından nasıl bir anlam taşıyor? Hangi tehlike ve tehditleri beraberinde getiriyor?

Önce yasada nafaka nasıl düzenlenmiş ona bakalım. Türk Medeni Kanununun Yoksulluk nafakası başlıklı 175. maddesi der ki; “Madde 175 – Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz.

Görüleceği üzere nafaka düzenlemesi yalnızca kadınlar lehine yapılmış bir düzenleme değildir. Boşanma ile yoksulluğa düşecek olan kadın ya da erkek eşten her biri, diğerinden nafaka isteyebilir ve nafaka miktarı her olaya, tarafların sosyal ve ekonomik durumlarına göre yargıç tarafından belirlenir.

Nafakanın hangi koşullarda ortadan kalkacağı da yine yasada düzenlenmiş ve denilmiş ki; nafaka; alacaklı tarafın yeniden evlenmesi ya da taraflardan birinin ölümü halinde kendiliğinden, alacaklı tarafın evlenme olmaksızın fiilen evliymiş gibi yaşaması, yoksulluğunun ortadan kalkması ya da haysiyetsiz hayat sürmesi halinde de mahkeme kararıyla kalkar. Ayrıca tarafların mali durumlarının değişmesi halinde her zaman hakimden nafakanın azaltılması istenilebilir. Yani nafaka bir kez bağlandı mı artık bundan dönüş yok, nafaka süresizdir demek yanıltıcı ve yanlış olur.

‘Nafakanın öznesi hep kadınlar’

Aslında en çok sorulması gereken ve üzerinde durulması gereken konu, yasada her iki eşe nafaka talep etme hakkı verilmişken, neden nafakanın öznesi çoğunlukla kadınlar?

Bunu hiç sorgulamıyoruz. Evet çoğunlukla ülkemizde nafaka alacaklısı olan kadın eş. Çünkü kadınların işgücüne katılım oranı erkeklerin yarısından da az. TÜİK Kasım 2017 Temel İşgücü Göstergeleri veri tabanına göre ülkede 15 yaş ve üzeri toplam nüfus sayısı 60 milyon 223 bin. Bu nüfusun 30 milyon 399 bini kadınlar ve 29 milyon 824 bini de erkeklerden oluşuyor. İşgücü olarak nitelendirilen nüfus ise 31 milyon 790 bin; bu sayının 10 milyon 287 binini kadınlar ve 21 milyon 503 binini erkekler oluşturuyor. İstihdam edilen nüfus içerisinde ise toplam 8 milyon 904 bin kadın ve 19 milyon 612 bin erkek var. Bu sayıları oransal olarak değerlendirdiğimizde büyük bir eşitsizlik gözümüze çarpıyor; çünkü 15 yaşın üzerindeki toplam nüfus içerisinde istihdam oranı erkeklerde %65,8 olmasına rağmen kadınlarda bu oran %29,3 seviyesinde kalıyor. (2018’de kadın istatistikleri)

Yine aynı habere göre kadınların yaklaşık 11 milyonu, “ev işleriyle meşgul” olduğu için iş gücüne katılım sağlayamamış. Erkeklerde en yaygın iş gücüne katılım sağlayamama gerekçesi ise “emeklilik”!

 Cinsiyet eşitsizliği her alanda yaşanıyor. Türkiye’de gayrimenkul sahiplerinin yüzde 65’ini erkekler oluştururken, kadınların oranı yüzde 35. yani kadının gayrimenkulü de yok. Kadınlar çalışma yaşamında yoklar. Ev işleri, yaşlı bakımı, çocuk bakımı bütün bunlar kadınların görevi olarak görüldüğü için, kamusal alanda kadının kendini var etmesi de mümkün olamıyor. Olamayınca da erkeğin nafakasına mahkûm oluyor.

 

‘Şiddet, arabuluculuğa elverişli değildir’

 

Ya, aile arabuluculuğu nedir? Kadınları mağdur mu edecek? Boşanma davalarına getirilmesi planlanan “aile arabuluculuğu” nasıl değerlendirilmelidir? Bir konuşmanızda “Boşanma yetkisi hukukçuların elinden alınmaya çalışılıyor” yargı yoluyla değil, arabulucu aracılığıyla düzenlenmek isteniyor, diyorsunuz. Bu konuyu açıklar mısınız?

Henüz Aile Arabuluculuğu denilecek bir düzenleme yok, ama tartışılıyor. “Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu” nun 1/b maddesi düzenlemesi “…ancak tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri iş veya işlemlerden doğan özel hukuk uyuşmazlıklarının çözümlenmesinde uygulanır. Şu kadar ki, aile içi şiddet iddiasını içeren uyuşmazlıklar arabuluculuğa elverişli değildir” der. Ayrıca kısaca İstanbul Sözleşmesi olarak anılan “Avrupa Konseyi Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi”nin 48/1 Maddesi “Taraflar, işbu Sözleşme kapsamındaki şiddet eylemlerinde arabuluculuk ve uzlaştırma da dahil zorunlu alternatif uyuşmazlık çözüm süreçlerini yasaklamak üzere gerekli hukuki veya diğer tedbirleri alır.”

 Bu düzenlemeler nedeni ile aile içi şiddet iddiası içeren uyuşmazlıklarda arabulucuya gidilmesi halen mümkün değil. Ayrıca kamu düzeninden olması nedeni ile boşanma ve velayet konusunda da arabulucuya gidilemiyor. Ama yarın ne tür yasal değişiklik yapılır bilemiyoruz. Yine bugünkü düzenlemeler göre yalnızca hukukçular arabulucu olabiliyor, ama diğer meslek gruplarına açılacağı söylentileri de oldukça fazla. Bu sistemi tümden değiştirebilecek bir sonuç da doğurabilir.

 

Şiddetli geçimsizlik, deyip geçiliyor

 

Kadına Şiddetin Önlenmesine Yönelik Komisyon’un yayınladığı raporlarda ‘Boşanmaların Önlenmesi Komisyonu’nun aldığı tavsiye kararlarından söz ediliyor. Amaç, boşanmaların önlenmesi, olabilir mi? Boşanmalar, arabuluculukla önlenirse, şiddet; kamusal alandan özel alana hapsediliyor, diyorsunuz… Yani; aile içi şiddet; kadınla birlikte evin duvarları arasına mı hapsedilmek isteniyor?

Evet. Çünkü arabuluculuk görüşmeleri gizli. Arabuluculuk faaliyeti sırasında sunulan, ya da elde edilen bilgi ve belgeler ile diğer kayıtlar gizli tutulmak zorunda. Boşanmanın hangi nedenle olduğunu, kadının masaya özgür iradesi ile gelip gelmediğini, özgür iradesi ile imza atıp atmadığını, gerçek boşanma sebebini söyleme ortamının sağlanıp sağlanmadığını bilme ve tartışma şansımız olmayacak. Boşanma davalarında dahi kadınlar şiddet gördüğünü, canına kast edildiğini söylemekten utanırken ve boşanma sebebi olarak çoğunlukla “şiddetli geçimsizlik” derken, şiddet görerek gelen kadın, arabulucuya yaşadıklarını nasıl anlatacak?

‘Arabuluculuk, suistimale açık’

 

Peki, aile hukukuyla ilgili konularda arabuluculuğa hiç mi gereksinim yok? Neler arabuluculuk konusu olabilir?

Artık bir yasa var, o nedenle yok olmaz demenin bir faydası yok, ama çerçevesini iyi belirlemek zorundayız. Nişanın bozulması sonrası istenilebilecek olan maddi ve manevi tazminat talepleri, boşanmadan sonra talep edilebilecek olan maddi manevi tazminatlar; şiddet kaynaklı olmamak şartı ile, yine yoksulluk nafakası, mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklanan alacak talepleri arabuluculuğa uygun görünüyor, bugünkü düzenlemeler kapsamında.

Arabuluculuk pratikte hızla ilerliyor. Kuralları tam belirlenmemiş her şey gibi suiistimale açık bir alan. O nedenle de etik kurallarının iyi belirlenmesi gerekiyor. Bu nedenle biz de “Barış İçin Zemin Biz Arabulucular Derneği” adlı bir dernek kurduk. Yaptığımız atölye çalışmaları ile gerek üyelerimiz, gerekse başka derneklere üye olan ya da olmayan arabulucu arkadaşlarla arabuluculuğun nasıl olması gerektiği, etik kuralları, arabulucunun işlevi, davranış biçimleri, görüşmeleri yönetme, gibi çeşitli konularda tartışıyoruz, kişisel gelişimimiz için eğitim çalışmaları yapıyoruz.

Röportaj ve fotoğraf: Hayriye Mengüç

 
(Bu haber, 19 Aralık 2018’de hthayat.haberturk.com’da yayınlandı.)

Çocukların spor beslenmesi nasıl olmalı?

0

Sağlıklı beslenmenin farkından olan ebeveynler, spor yapan çocukların beslenmesi konusunda çok hassaslar. Spor beslenmesi ve diyet uzmanı Gözde Nur Artıkoğlu, öğünlerin içeriği, nasıl ve ne zaman hazırlayacağı konusundaki sorularımızı yanıtladı.

Özel Haber – Ne yersek oyuz. Ögünlerini dengeli düzenleyenler, sağlıklı yaşamın gereğini yerine getiriyor. Ancak spor yapan çocuklarını nasıl besleyeceği konusunda anneler, zaman zaman açmaza düşüyor. Çocukların yaptığı antrenman çeşidi, gün içindeki antrenman sayısı, spor yapan çocukların beslenmesindeki protein ve karbonhidrat içeriğinin hangi öğünlerde ve nasıl düzenlenmesi gerektiği, kafalarda soru işaretleri yaratıyor.

İstanbul Kuzey Yıldızları Spor Kulübü’nün; bünyesindeki 8-16 yaş arası voleybol, basketbol ve futbol takım sporcularının ebeveynlerini bilgilendirmek amacıyla geçen aylarda Acıbadem’deki Saffet Çebi Ortaokulu konferans salonunda düzenlediği spor beslenmesi konulu eğitim semineri, çok ufuk açıcıydı. Haftada üç, günde zaman zaman iki antrenman yapan profesyonel lige aday genç ve minik sporcuların anne ve babaları; kendisi de bir zamanlar voleybol oynayan spor beslenmesi uzmanı Gözde Nur Artıkoğlu’nu ilgiyle dinledi.

Artıkoğlu, hazırladığı özel sunumda; spor yapan bir çocuğun gelişimini etkileyen faktörleri, “Beslenme, antrenman ve dinlenme” olarak sıralayarak bu üçgende beslenmenin yüzde 40 paya sahip olduğuna dikkat çekti. Antrenman türüne, tek ve çift antrenman oluşuna göre, protein ve karbonhidrat içeriğinin öğünlerle düzenlenmesi gerektiğini anlattı. Takım sporunun temelini karbonhidratların oluşturduğunu, 12-18 yaş arasındaki bir sporcunun günlük enerji ihtiyacının 2200-3000 kalori olduğunu ve bu ihtiyacın en az yüzde 50’sinin karbonhidratlardan sağlanması gerektiğinin altını çizdi.

Spor beslenmesi ve diyet uzmanı Gözde Nur Artıkoğlu’nu önce dinledim, sonra da sorular sordum. Gözde Hanım’ın yanıtları şöyle:

Antrenman türüne göre öğün içeriği nasıl düzenlenmeli? Sporcu çocuklar; neyi, ne şekilde yemeli? Çift veya tek antrenmana göre ögünlerde nasıl değişiklikler yapılmalı?

Gün içindeki genel beslenme, çocuklarda çok önemli. Antrenman yapan çocuklarda özellikle antrenman öncesi ve sonrası öğün önemli. Antrenman öncesinde yulaf, tam tahıllar, patates gibi kaliteli karbonhidrat alımı, özellikle takım sporu yapan çocuklarda atlanmamalı. Antrenman sonrasında ise kaliteli hayvansal protein alımı ve boşalan glikojen depoları için yine karbonhidrat tüketilmeli. Yapılan antrenmanın içeriğinin kuvvet mi, dayanıklılık mı yoksa top antrenmanı mı olduğuna göre, beslenme de değişiyor. Örneğin kuvvet antrenmanları sonrasında öncelik protein tüketimiyken, top ve dayanıklılık antrenmanları sonrasında öncelik karbonhidrat tüketiminde oluyor. Tek ve çift antrenman dağılımına göre de porsiyonların miktarı değişiyor.

Takım sporunun temelinin karbonhidrat olduğunu; sportif performansı desteklemek için günlük enerjinin en az yüzde 50’sinin karbonhidratlardan sağlanması gerektiğini belirttiniz. Karbonhidratların; antrenman ve maç öncesi sıçrama, atlayış gibi ani hareketlerde kullanılan temel enerji kaynağı olduğunu söylediniz. Konuyu kısaca anlatabilir misiniz?

Takım sporları bildiğiniz gibi hem dayanıklılık hem patlayıcı kuvvet egzersizlerinden oluşuyor. Haliyle enerji de hem aerobik (oksijenli) hem de aerobik (oksijensiz) yollardan elde ediliyor. Voleybolda da bulunan sıçrama, atlayış gibi ani hareketlerde enerji, anaerobik yollardan; yani hızlı bir biçimde glikojen depoları kullanılarak ya da kreatin fosfat depolarından elde ediliyor. Sporcunun glikojen depoları dolu olmadığında; yani yeteri kadar karbonhidratla beslenmediğinde, maç içinde daha çabuk yorulmaya ya da bu tip hareketlerdeki hızını kaybetmeye başlıyor. Mekanizma kabaca bundan ibaret.

 

Glikojen depolarının yenilenmesi nasıl olur?

Yapılan sporla birlikte kaslarımızdaki hazır enerji kaynağı olan glikojen depoları boşalır. Bu da yorgunluk hissetmemizin temel sebeplerinden biri. Antrenman sonrasındaki öğünle glikojen depolarımızı ne kadar hızlı ve doğru şekilde doldurursak toparlanma süresi o kadar kısalacak, bir sonraki antrenmana daha hazır olunacaktır. Bu kısım, iyi bir dinlenme kadar önemli.

‘İşlenmiş karbonhidratlardan uzak durun’

 Karbonhidratlar madem bu kadar önemli, doğru karbonhidrat kaynakları nelerdir?

Doğru karbonhidrat kaynakları; tam tahıllar, kuru baklagiller, taze meyve ve sebzelerdir. Sporcuların ve normal bireylerin, olabildiğince işlenmiş karbonhidratlardan uzak durması, bol lifli doğal beslenmeye yönelmesi, hem spor performansını artıracak hem de yaşam kalitesini artıracaktır.

 

‘Sebzeler, hücre hasarını azaltıyor’

 

Doğal ve işlenmemiş besinlerin yanı sıra hangi sebzeler, niçin tercih edilmeli? Hem lif hem de vitamin-mineral almak için mutlaka öğünlerde salata ve meyve olmasını önerdiniz. Bu sebze ve meyveleri örnekler misiniz?

Örneğin havuç, balkabağı gibi turuncu sebzeler, hücre hasarını engelleyen beta-karoten içerir. Brokoli, karalahana ve bezelye gibi yeşil sebzeler, folik asit içerir; bu da hücre yenilenmesini ve kırmızı kan hücrelerinin yapımını artırır. Ve neredeyse tüm sebzelerde, spordan kaynaklı hücre hasarını azaltan C vitamini bulunur. Bu yüzden renkli sebzelerin bir arada tüketimi çok önemli.

Antrenmanlarda çocukların vücudundan terle kaybettiği mineralleri, hangi yiyeceklerle onlara geri kazandırmalıyız? Özellikle potasyumu geri kazandıracak yiyecekler neler?

Muz, elma, kivi, kuru kayısı, kuru erik; enerji sistemlerinde kullanılan ve terle kaybedilen potasyum açısından oldukça zengin. Ayrıca çocukları paketli ve şekerli gıdalardan olabildiğince uzak tutup, şekeri; meyve gibi doğal kaynaklardan almaya yönlendirirsek şimdiden fazla kilo almalarına engel olabiliriz. Patates, fasulye, süt ve yoğurt da potasyum kaynağı diyebiliriz.

‘Günlük lif ihtiyacı için yaşa +5 ekleyin’

Sporcu çocuk, günlük lif ihtiyacını sağlamak için ekmek ve diğer tahılları nasıl tüketmeli? Tam tahıllar niçin önemli?

Sağlıklı bir sindirim ve boşaltım sistemi için lifli besinlerin tüketimi şart. Lif aynı zamanda kan şekeri ve kolesterolün düzenlenmesinde olumlu etkiye sahip. Diyabet, kalp hastalıkları ve bağırsak kanserine karşı da koruyucu etkiye sahip. 3-18 yaş arası çocuklardaki günlük lif ihtiyacını, yaşına +5 ekleyerek bulabilirsiniz. Örneğin, 10 yaşındaki bir çocuk, günde en az 15 gram lif tüketmelidir. Bu miktarı nasıl karşılayabiliriz, derseniz… Örneğin; 1 kâse pişmiş nohut-fasulye-yeşil mercimek yaklaşık 15 gram lif, 1 orta boy armut-elma yaklaşık 6 gram, 1 su bardağı karadut 8 gram lif içeriyor.

Kas gelişiminde proteinin önemine dikkat çektiniz… Kahvaltısını edip, yemeklerini yemesinin yeterli olacağını, çocuğun herhangi bir besin takviyesine ihtiyaç duymayacağını belirttiniz. Kahvaltıda haftada 3-4 kez yumurta önerip, kahvaltı etmeyen çocuğa muz, süt, yulaf ve tarçından yapılan içeceğin iyi bir alternatif olduğunu söylediniz. Kahvaltıda başka alternatifler neler olabilir?

Kas yapımı ve onarımı için protein alımı oldukça elzem. Ve spor yapan gelişim dönemindeki çocukların diğerlerine oranla protein ihtiyacı oldukça yüksek, ama bu ihtiyaç, proteinden zengin besinlerle kolaylıkla karşılanabilir. Kahvaltıda haftanın yarısında yumurtalı, yarısında ise daha bitkisel opsiyonlar sunabilirsiniz. Bu; kek olur, sebzeli-peynirli sandviç olur, ekmek üstü fıstık ezmesi ve muz olur, birçok şekilde çeşitlendirilebilir.

‘Kırmızı et, spor sonrası tüketilmeli’

Her öğünde mutlaka protein kaynağının bulunması gerektiğini, spor öncesi ve sonrası hayvansal protein tüketiminin önemli olduğunu anlattınız. Özellikle kırmızı eti, spordan sonraki öğünde çocuğa vermenin mantıklı olacağını belirtmiştiniz.

Evet. Kırmızı etin sindirimi diğerlerine göre daha uzun sürdüğü ve daha kaliteli protein kaynağı olduğu için spor öncesi değil spor sonrasında tüketmek, daha faydalı olacaktır.

Yaptığınız sunumda sadece balık ve yumurta değil, nohut, yeşil mercimek ile badem ve cevizin yani hem bitkisel hem de hayvansal proteinlerin çocuğa birlikte verilmesinin büyümedeki etkisini vurguladınız, yeniden kısaca anlatır mısınız? Ayrıca demir eksikliğinin olumsuz etkileri nelerdir?

Hayvansal proteini vücudun kullanma oranı her zaman daha yüksek, yani daha kaliteli bir protein. Ancak beslenme hem bitkisel hem de hayvansal kaynaklarla birlikte desteklendiğinde protein sentezi daha çok oluyor, bu nedenle oranları iyi ayarlamak gerek. Demir eksikliğine gelirsek; Türkiye’de özellikle kız çocuklarında ergenlik döneminde demir eksikliği anemisi görülme riski çok yüksek. Demir, hemoglobinle birlikte hücrelere oksijen taşıdığı için, sporcuda demir eksiliği olması durumunda performansta ciddi düşüşler ve çok çabuk yorulma gibi sorunlar ortaya çıkabiliyor. Bu yüzden bu yaştaki sporcularda belli aralıklarla kan tahlili yapılarak vitamin-mineral eksikliğinin olup olmadığına bakılması gerek. Diyelim ki demir eksikliği var… Besinsel olarak yapabileceğimiz tek şey et-tavuk-yumurta gibi hayvansal demir kaynaklarını tüketmek. Özellikle yemekle yoğurt yemek gibi alışkanlıkları bırakmak gerek, çünkü kalsiyum, demir emilimini engelliyor. Ayrıca yemeğin hemen üstüne çay-kahve içmemeli. Ama demir depoları ciddi oranda düşükse ya da aileden gelen genetik bir demir eksikliği problemi varsa mutlaka destek kullanılmalı, bu durum besinsel olarak düzelmez.

‘Haftada iki kez balık’

Peki, spor yapan çocukların yağ kaynakları nelerdir? Az yağlı et, tavuk, hindi, küçük balık yerine ise büyük yağlı balık önerdiniz. Ara öğünler çiğ kuruyemişlerle desteklenmeli, zeytinyağı, avokado, keten tohumu, chia tohumu ve cevizin bitkisel Omega-3 kaynağı olduğunu belirttiniz. Haftada 2 kez 250-400 gram arası ton balığı, somon, uskumru yani bir gün dönem balığı bir gün de somon yemesini önermiştiniz. Değil mi?

Evet, doğru. Hayvansal yağların fazla tüketimi, küçük yaştan itibaren kalp hastalıkları ve obezite riskini artırıyor. Bu yüzden et tüketiminde olabildiğince yağsız olanlar tercih edilmeli. Bunun yerine zeytinyağı, avokado gibi bitkisel yağlar ekleyerek doymuş yağların yeri, doymamış sağlıklı yağlarla doldurulmalı. A, D, E ve K vitaminleri yağda çözündüğü için yağ tüketimi önemli, özellikle renkli salatalara mutlaka 1-2 tatlı kaşığı zeytinyağı eklenmeli. Balık tüketirken, mutlaka büyük yağlı balıkları tercih edin. Mental performansı ve büyümeyi destekleyen Omega-3, en fazla somon, ton balığı, uskumru gibi yağlı balıklarda bulunur. Vücudumuz, Omega-3’ü üretemez, o yüzden besinsel olarak almalıyız. Fakat uzun zamandır popüler olan Omega-3 supplement’lerinin artık çok da işe yaramadığı keşfedildi. Bu yüzden haftada 2 kez balık tüketip; badem, ceviz, fındık gibi çiğ kuruyemişlerle kaliteli yağ alımını artırmak, en faydalısı.

İstanbul Kuzey Yıldızları Spor Kulübü kurucu antrenörleri Emre Kutlu (solda) ve Berkay Bellisan, beslenme ve diyet uzmanı Gözde Nur Artıkoğlu ile birlikte.

‘Öğün, antrenmandan 2-3 saat önce yenmeli’

 

Antrenman öncesi için örnek bir öğünde neler olmalı?

Karbonhidrattan zengin bir öğün öneririm. Antremandan 2-3 saat önce örnek mönü olarak; ızgara tavuk-haşlanmış yumurta, fırın köfte-az yağlı pilav, hindi füme sandviç-meyve, yoğurt-yulaf ezmesi-meyve, fıstık ezmesi-yağsız süt, granola-yağsız süt alternatifleri olabilir. Antrenmandan 3-4 saat önce, büyük bir öğünle birlikte kompleks karbonhidratlardan, düşük lifli, sindirimi kolay, baklagillerden kaçının. Orta düzeyde protein tüketin. Öğün çok yağlı olmamalı, çünkü yağın sindirimi 5-6 saati bulur, vücut enerji elde edemez. Antrenmandan 30 dakika önce ise basit şeker (kuru meyve) verilebilir.

Antrenman sonrası öğün ise nasıl olmalı?

Karbonhidrattan zengin, kana çabuk karışan, toparlanmayı hızlandıran, potasyum açısından zengin kuru meyveler, yeterli protein (20-30 gram hayvansal protein), süt, yoğurt, kefir ve az yağ.

Röportaj: Hayriye Mengüç
(Not: Bu röportaj 20 Şubat 2019’da hthayat.haberturk.com sitesinde yayınlandı.)

 

 

 

Günlük su tüketimi takibi için proje yaptılar

0

Özel Haber – Ortaokul 7’nci sınıf Fen Bilgisi müfredatının ilk ünitesi vücudumuzdaki sistemlerdir. Sindirim, boşaltım, denetleyici ve düzenleyici sistemler ile 5 duyu organı anlatılır. Öğrenciler daha iyi anlasın diye, öğretmenleri öğrencilerden araştırma yaparak proje üretmeleri istenir. Fakat bir proje var ki; okul projesi ölçeğinden çıkmış durumda.

Çevre Koleji Fen Bilgisi öğretmenleri Yeliz Hoşver ve Nadide Üstün önderliğinde oluşturulan bir proje grubu, böbrek nakli sayısının ve böbrek hastası sayısının artması nedeniyle bir projeye imza attı. Doktorların hastalarını, ailelerin çocuklarını, bakıma muhtaç aile bireylerinin günde ne kadar su tükettiklerini telefonlarından takip edebilecekleri elektronik kart okuma sistemli bir cihaz geliştirdiler.

15 yıllık Fen Bilgisi öğretmeni Nadide Üstün, 7’inci sınıfların müfredat programında yer alan; böbrek nakli ve böbrek hastalığı sayısının giderek artması konusunun öğrencilerinin dikkatini çektiğini, bunun üzerine araştırmaya başladıklarını anlatıyor. Öğrencilerin bu araştırmaları, elektronik kart okuma sistemini kullanan kişilerin günlük ne kadar su içtiğini telefon ekranına yansıtarak görmesini sağlayan bir cihaz geliştirmeye kadar uzanmış. Projenin diğer yürücüsü 17 yıllık Fen Bilgisi öğretmeni Yeliz Hoşver ise toplumda su içmenin öneminin kavranmasını ve geliştirdikleri bu projeyi herkesin kullanmasını istediklerini söylüyor. Konunun uzmanları projeyi heyecan verici bulmuş; günlük hayatta kolayca kullanılabilmesi nedeniyle çok beğenilmiş, patent almak için çalışıyorlarmış. Yeliz Hoca, “Projemiz için umutluyuz” diyor.

Fen Bilgisi öğretmenleri Nadide Üstün (solda) ve Yeliz Hoşver, proje öğrencileriyle birlikte.

Mustafa Hoca destekledi

Çocuklar bu cihazı; öğretmenlerinin tasarımında ve Anka Öğrenci Proje Merkezi’nin sahibi elektrik-elektronik uzmanı Mustafa Karataş gözetiminde geliştirmişler. İstanbul Kadıköy’deki Yazıcıoğlu İşhanı’nda yer alan Anka, öğrenci proje tasarım, yapım ve uygulama merkezi. İlkokul 3’üncü sınıftan üniversiteye kadar öğrencilerin projelerine destek olmayı amaçlıyor. Anka’yı ziyaret eden öğrenciler ve öğretmenleri, yapacakları proje sunumu için Mustafa Hoca’dan son taktikleri almışlar. Mustafa Bey, öğrencileri projeye karşı çok istekli bulduğunu, ufuklarının çok açık olduğunu belirtiyor ve “Daha sonraki aşamalarda başka projelerde de başarılı olacaklarına inanıyorum” diyor.

Anka’yı ziyaret eden öğrenciler, yapacakları proje sunumu için Mustafa Hoca’dan son taktikleri almışlar.

Öğrenciler gururlu

Proje grubundan 7’nci sınıf öğrencisi Beliz Günaydın, bu projenin sonunda kendileriyle gurur duyduklarını söylüyor. “Faydalı şeyler yapan insanları sürekli haberlerde görüyorduk. Ama bunu kendimizin yapması, bizi gerçekten motive etti” diyor. Başka bir öğrenci Nehir Yurdakul, bu projeyle hem yardım etmeyi hem de kişileri bilinçlendirmeyi hedeflediklerini anlatıyor. Nehir, yaptıkları projeyle suyun önemini daha iyi anlamış olduklarını düşünüyor. Nil Tugay ise bu projenin hem Türk halkı hem de dünya için çok faydalı olduğunu düşünüyor; “Biz bu projeyi herkes için geliştirdik. İnsanları su içmeye teşvik etmek istiyoruz. Su olursa hayat olur” diyor. Grubun başka bir öğrencisi Berrin Timuçin ise projenin çok kişinin hayatında büyük kolaylık sağlayacağının altını çiziyor.

Nerelerde kullanılabilir?

Geliştirilen elektronik kart okuma sistemiyle okullarda, yuvalarda, yaşlı bakım evlerinde, hastanelerde, otizmli çocuklara eğitim veren kurumlarda su tüketimini takip etmekte kullanılabilecek. Bu cihaz sayesinde kişiler, içmeleri gereken miktarda su içmiş olabilecek. Peki, özellikle yaşlılar, çocuklar ve böbrek hastaları için su içmek niçin önemli? Proje grubu, bu sorunun cevabı için uzun araştırmalar yapmış.

Sonuçlarını şöyle özetlemek mümkün:

– Örneğin yaşlılarda, özellikle Alzheimer, demans hastalarında su tüketimleri azaldığından diyabet, kalp-damak, tansiyon ve diğer sağlık sorunları oluşabiliyor. Hatta demans ve Alzhemier hastaları su tüketimini unuttukları için yaşamsal faaliyetleri tehlikeye düşebiliyor. Yaşlılarda ilaç kullanımı arttığı için günlük su tüketimi çok önemli. Bu nedenle hasta bakım evlerinde yaşayanların su tüketimi ve bunun takibinde elektronik kart okuma sisteminin çok faydalı olabilir.

– Çocukların yetersiz su tüketimi, sadece fiziksel değil, aynı zamanda zihinsel performansı da düşürüyor ve konsantrasyon bozukluğuna da yol açıyor. Çocukların susama duyarlılıkları düşük ve daha fazla suya ihtiyaçları olduklarını anlamayabiliyorlar. Bu nedenle su tüketimi yuvada önem kazanıyor. Su tüketimi çocukların okul başarısını etkiliyor. Ayrıca fazla hareketli olduklarından vücut ısıları yüksek ve bu nedenle sıvı tüketimleri çok önemli.

– Vücuttaki her türlü zararlı madde böbreklerden ve karaciğerle dışarı atıldığından; böbrek hastaları için ve bu hastalığa yakalanmak istemeyenler için su tüketiminin takibinin yapılaması ve gözlenmesi büyük önem taşıyor.

 

Haber: Hayriye Mengüç

(bu haber, 28 Mart 2018’de hthayat.haberturk.com’da yayınlandı.)

- Advertisement -

Bizi takip edin:

BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
TakipçilerTakip Et